Nedir Bu Oblomovluk ?

Oblomovluk bir tembellik halidir. “İçinde, hiç uyanmadan kalmış, biraz kurcalamış. Fakat hiçbiri sonuna kadar işlenmemiş birçok yetenek olduğunu acı acı seziyordu. İçi yanarak anlıyordu ki ondan gömülü kalmış iyi ve güzel bir şeyler vardı; belki çoktan ölmüş. Veyabir dağın derinliklerindeki altın gibi saklı kalmış olan bu hazine çoktan meydana çıkmış olmalıydı. Ama öyle derinlerde kalmıştı. Üzerine öyle pislikler yığılmıştı ki. Sanki dünyanın ve hayatın ona verdiği nimetleri birisi çalmış. Ve yine kendi ruhunun derinliklerinde bir yere gömüp bırakmıştı. Bir güç onu hayat meydanına atılmaktan, iradesini ve zekasını alabildiğine açılıp harcanmaktan alıkoyuyordu. Sanki gizli bir düşman daha yola çıkarken onu eliyle yakalamış, insanlığın doğru yolundan uzaklara fırlatmıştı.”

Oblomov, 115

Eser ve Dönem Rusyası

Rus edebiyatının önemli yazarların biri olan İvan Gonçarov, 1849 yılında bir dergide Oblomov’un Rüyası isimli öykülerini yayımlamaya başladı. O dönemde pek çok insana şok etkisi yaratan hatta Lev Tolstoy’un bile ”Oblomov’u dehşet içinde, tekrar ve tekrar okuyorum.” olarak nitelediği Gonçarov’un, öykülere eklemeler yapmıştır. 1857 yılında tek bir parça halinde oluşturduğu bir eserdir Oblomov. Dönem Rusya’sı kuşkuşuz çalkantılı bir dönem içindeydi. Köleliğin kaldırılmasına 3 yıl kalmıştı ve kapitalizm Rusya’yla birlikte tüm dünyayı sarıp sarmalıyordu. Kitap beraberinde yeni bir terimi ortaya çıkardı: Oblomovluk.

Her insanın bir parçasıyla kendine yakın hissedebileceği bir karakter olarak karşımıza çıkıyor kitabın kahramanı İlya İlyiç Oblomov. Gonçarov’un bu ölümsüz eserinin kahramanı da Don Kişot ve Hamlet gibi pek çok klasikleşmiş kahramanın insanlığın bir hali ile yüz yüze getiriyor bizleri. Sürekli düşünen ancak bir türlü harekete geçemeyen Oblomov; her daim yeni planları olan ama iş harekete geçmeye geldiğinde rahat koltuğundan kalkamayan o karakter. Kararsızlık, şüphe, bazen korku bazen de pişmanlık tüm benliğini ele geçirmiş. İleri mi atılmalıyım yoksa olduğum yerde mi kalmalıyım? Kısacası bu konuda kafası sürekli karışık ve kararsızdır.

Oblomovluk Hakkında

Var olan potansiyellerin yitirilmesi, içimizde yanıp etrafı aydınlatması beklenen o güçlü alevlerin yine bizzat biz tarafından söndürülmesi, bir yok oluş ve varoluşa bir isyan. İşte Oblomovluk. Büyük bir kabullenmişlikle bir neslin diğerine aktardığı ve tüm o cezbedici güzelliğiyle bizi konfor alanına davet eden kül grisi eski bir yelek, panjurları çekili ruha uzak soğuk ve karanlık bir oda, gelecek ihtimalleri düşünerek reddettiğimiz bir davet, belkiler zincirinin kapana kıstırdığı görevler, risk almaya çekindiğimiz o konuşma, bazen güneşli günde sakin bir yürüyüş, bazen de sadece kendin olabilmenin verebileceği o gündelik haz. Reddedilmeden, korkmadan ve anda olabilme duygusu. Konfor alanının dışındaki dünya. Gerçekleştirilmeyi bekleyen ve hatta asla tanışamadığımız benliğimiz.

2021’nin son demlerinde denk gelip hüzünle karışık farkındalık dolu okumamda Oblomov bende bu hissiyatı yarattı ve sorgulattı; acaba ben de bir Oblomov olabilir miyim? Her gün gördüğüm insanların kaçı Oblomov, onları tanımlayabilir miyim? Ve dahası eğer Oblomovsam yolumu yeniden çizebilir miyim, sınırlarımın zincirini kırıp konfor alanının o zehirleyici güzelliğinden kurtularak kendini gerçekleştirmenin bilinmez yolculuğuna çıkabilir miyim?

İvan İlyiç Oblomov

İvan İlyiç Oblomov çoğu şeyin farkında bir adamdı. Sıradandı, alışılagelirdi ama nazik ve anlayışlıydı. Sizi dinler, sorunlarınıza çözüm bulamasa da orada olduğunu, tam yanınızda durduğunu hissettirirdi. Ama günün sonunda Oblomovluğun inatçı pençelerine kurban gitmiş umutsuz bir tabloydu. Başarısızdı. Tüm bu tanımları reddettiğinizde o sadece topluma ve beklentilerine ayak uydurmayı başaramayan kaybolmuş bir ruhdu. Gün boyu sayısız plan yapan, hayaller evreninde dolaştığı bahçeleri gerçeklikte çalı çırpıyla değişmeyi ant içen, sessiz sakin güneşli günleri, kasvetli odalara değişmeyen ve kendi için, tasarıları için ve değer bir yaşam için yürümesi gereken yolları bir ızdırap, bir acı ve bir ceza olarak gören. En sonunda sıcak yatağına kıvrılıp gelecek günleri bekleyen ama hiç adım atmayan, sürekli erteleyen çeşitli bahanelerle bir şeyin ne kadar yanlış olduğunu, neden ve nasıl yapılmaması gerektiğini size sıralayan ve yine de sonunda insanların hayatlarını sessizce karanlık bir köşeden izleyen.

Peki ya Olga’lar? Toplum Oblomovlarını çaresizce çekildikleri köşelerden kendi parlak dünyalarına ve algısal gerçekliklerine çekmeyi, onlara hayatın renklerini göstermeyi, tek bir adım attırabilmeyi kendilerine bir görev edinen, bu uğurda kendilerini ve hayatlarını feda eden, hatta “saçlarını süpürge eden” Olga’lar?

Nerede Durmalı?

Sanıyorum özellikle hepimiz bir noktada Oblomov ve Olga’nın bir parçasını taşıyoruz kalbimizde. Dünyadan, insanlardan ve hatta kendimizden yorulduğumuzda bizi kocaman sıcacık battaniyesiyle sarıp sarmalayan ve bize sakin noktalarda derin nefesler alıp dinlenebilecek alanlar olduğunu da gösteren. İş bir süre o güvenli köşede dinlendikten sonra yola devam edebilmekte. İş; ayağa kalkabilmekte, sevdiklerin için, seni sevenler için ve en çok da kendin için. İş, dünyaya ben de varım ve hala buradayım diyebilmekte. Ne kadar iyi olursan ol, güvenilir, dürüst ve nazik. Ne yazık ki bir Oblomov’a dönüştüğünde hayat acımasızca üzerine basıp geçiyor.

Sonuçta hayat Oblomovluk yeleğini ardında bıraktığın noktada başlıyor.