Varlığın Felsefedeki Yerine Kısa Bir Bakış

İnsanlık, tarihi boyunca felsefi sorulara cevap aramış ve yeni sorular doğurmuştur. Felsefe, yeni soruları doğurması sayesinde tarih boyunca yeni sorular eklenerek ilerlemiş koca bir yığındır. Bu yığının hala tartışılan konularından biri ise varlık olmuştur. Varlık, varoluş, reel varlıklar, ideal varlıklar, fikirlerimiz, hayatta oluşumuz diye sıralanabilecek nice kavram ve fikir birbiri etrafında döner. Bu kavramlar zaman zaman temas etmesine karşın birbirini tamamlayarak kesin bir sonuca varamazlar. Felsefe de zaten kesin bir sonucun peşinde değildir. Ancak düşünce ve soruların sınırsızlığı ile kişinin kendini bir girdapta bulmaktadır. İnsanlığın kalıba sokmaya çalıştığı cevaplardan kaçarak özgürleşmek için girilen bir girdap olduğu söylenebilmektedir.

Kimi düşünürler, varlığı reddederken (Gorgias, Hippias); kimileri ise varlığı bir süreç içinde ele almaktadır (Heraklitos , Whitehead).

Bir süreç olarak ele alınan varlığın aynı kalmadığını savunurlar. Her şeyin temeli başka bir şeyle bağlantılı olarak değişmezliği yok eder. Bu süreci anlatmak için Heraklitos, ”Aynı nehirde iki kere yıkanamazsın. ” demiştir. Çünkü nehir de bir varlığı ve süregelen bir değişimi temsil etmektedir.

Varlığın felsefedeki yeri için yüzyıllardır süregelen düşünce ve fikirler hala devam eder. Bizler ise psikolojik kısmına değinmek adına çok kısa bir şekilde bahsetmiş olmaktayız.

İnsanın Varlık Sorusu ve Psikoloji

İnsanların zaman zaman sorguladıkları şeylerden biri neden hayatta olduklarıdır. Neden dünyaya geldim? Neden yaşıyorum? Kim için yaşıyorum? Neden yaşamak zorundayım?

Bütün bu soruların cevabı bazen kişiyi tatmin etmez. Veya bir sonuca ulaşmak zorundayım düşüncesi ile -ki bu zor bir süreçtir- varlığının nedenini arar. Belki de gereksizliğini hissederse bu depresyon, kaygı, mutsuzluk ve umutsuzluk gibi hisleri beraberinde getirebilmektedir.

Oysa bu soruları sorarken ufak bir detayı atlıyor olabiliriz. Neden sorusuyla başlayan bu cümleler öncesinde var oluşunun kabul edilmesini gerekli kılar. Ama varoluşu sorgulamaz. Neden dünyaya geldim derken varlığını kabullenmiş olmasına karşın bunun önemine değinilmemiştir. Öncesinde biraz daha detayına inmek gerekir. ‘Neden’ yerine ‘Nasıl’ getirilmektedir mesela? Nasıl dünyaya geldim?

Bu soru milyonlarca olasılığı getirir karşımıza. Bir de bu olasılıklardan sıyrılan kendimizle karşılaşırız. Bu bizim biricikliğimize atıftır. En başında kabul ettiğimiz varoluş sürecimiz ve varlığımızla beraber yaşamdaki yerimizi bir sebeple ayakta tutmak yerine yaşama değer kılındığımızı kabul ederiz.

İlk sorgulamamız ‘Neden varım?’ olduğu zaman olabileceklerden yukarıda bahsettik. Peki ilk sorumuz ‘Nasıl varım?’ olduğunda ne olacağına bakalım.

Neden\Nasıl Varım?

  • Nasıl Varım?
  • Tüm ihtimallere rağmen varım.
  • Neden varım?

İlk iki adımı atlamadığımız taktirde yaşam deneyimi kazandığımızı kabul ediyoruz. Neden varım dediğimizde hayat şartlarımız bizi tatmin edecek cevaplar veremese bile bizi ayakta tutabilecek bir varoluş sürecimizi olacaktır. Bu, ‘Neden?’ sorusuna doyurucu cevaplar vermek adına çabayı ve umudu ateşleyebileceği gibi yalnızca hali hazırdaki durumumuzu kabul etmemize de sebep olabilmektedir. Varoluşumuzu kabul ederek varlığımıza hak ettiği değeri vermek aynı zamanda insanlığa hak ettiği değeri vermek anlamına gelebilir.

İnsanlıktan ziyade kişilerin öne çıktığı veya boşlukta kaybolduğu bir dünyada ayrı ayrı varoluşumuza verdiğimiz değer insanlığın dünyadaki umudu olabilir diyebiliriz.

Mehmet Alagaş’ın da ‘Taş’ isimli eserinde dediği gibi: Önce varlığı görerek, varlığı hiç düşünmeden var kabul ederek varoluşun sırrını varlık ile örtmemen gerekir.

‘Neden varım?’ demek yerine ‘Nasıl var oldum?’ diyerek yaşamda bir yer edinebilmemiz dileği ile hoş ve sağlıcakla kalın.