AKLINIZ YÜZÜNÜZDEN OKUNUYORSA

Yüzümüz bizi ele veriyor olsa ne düşündüğümüze daha çok dikkat eder miydik? Belki de çoktan kendinizi yüzünüzle ele veriyorsunuz ancak bunun farkında değilsiniz. Herman Melville, ‘’Pierre ya da Belirsizlikler’’ adlı romanında, fizyonomi adlı bir bilimden söz eder. Fizyonomi ile ilgilenen, ana karakterin babası Pierre, gençlik yıllarında, bir Fransız kadına aşık olur. Aynı dönemde, Pierre’in kuzeni, Pierre’in portresini yapmak için defalarca evinde hazır bulunur. Fakat Pierre, onu defalarca reddeder. Pierre’in endişesi, yüzünden aşık olduğunun anlaşılacak olmasıdır. Bunu anlayan kuzeni, Pierre’in aşkı yansıtan yüzünü resmetmek için büyük bir arzu duyar. Pierre’in bu kadının yanından geldiği günleri takip ederek, gizlice portresini yapar. Bu durumu tahmin eden Pierre, kuzenine eğer kendinden habersiz bir şekilde böyle bir portre resmettiyse, onu saklamasını hatta yok etmesini rica eder.

FİZYONOMİ YOLCULUĞU

Antik Yunanlar, insanların yüzlerinin, karakterleri hakkında fikir verebileceğini düşünüyorlardı. Bu sanata ‘’fizyonomi’’ adını veriyorlardı. Fizyonomi sanatında uzman olanlar, kişinin yüzündeki ayrıntılardan, onun karakter özelliklerini söyleyebileceklerini iddia ederlerdi.

Pythagoras, öğrencilerini yüzlerindeki özelliklere göre kabul ediyordu. Aristoteles, başları büyük olan insanların kaba, yüzleri küçük olan insanların kararlı olduklarını, geniş yüzlerin aptallığı ve yuvarlak yüzlerin cesareti gösterdiğini yazmıştı. 1600’lerin başında, fizyonominin babası olarak kabul edilen İtalyan bilim adamı Giambattista della Porta, Avrupa’da karakter ve görünüm hakkında fikirlerin yayılmasında etkili oldu. Kişinin karakterinin fiziksel özelliklerinin ampirik gözleminden çıkarılabileceğini öne sürdü. Konuyla ilgili geniş çapta yayılan kitabı ‘De humana physiognomia’’, fizyonominin Avrupa’ya yayılmasında etkili oldu. Kitaptaki resimler, insan ve hayvan kafalarını yan yana gösteriyor ve belirli hayvanlara benzeyen insanların bu yaratıkların özelliklerine sahip olduğunu ima ediyor.

YÜZÜMÜZ DÜŞÜNCELERİMİZİ YANSITIR MI?

Yüzümüz, beynimiz ve aklımız hakkında bize ne ipuçları veriyor? Peki, birinin yüzüne bakarak, davranışlarını tahmin edebilir miyiz? Son araştırmalar gösteriyor ki; yüz şeklimiz ve beynimiz arasında anlamlı bir ilişki bulunuyor.

Beynimizin şeklini düşündüğümüzde, aklımıza serebral korteksi oluşturan birçok kıvrım, çukurluklar ve çıkıntılar gelecektir. Bu katman, basitçe birçok ayırt edici kişisel özelliklerimizden ve bilişsel fonksiyonlarımızdan sorumludur gibi bir yorum yapabiliriz. Her ne kadar beyin kıvrımlarımız belli bölgelerde oldukça benzer olsalar da, belli bölgelerde tamamen farklı ve kişiye özeldir. Tıpkı yüzlerimiz gibi. Uzmanlar, milyonlarca insanın tamamen farklı beyin kıvrımlarına sahip olduklarını söylerler.

BEYİN VE YÜZ GELİŞİMİ

Beyin ve yüz gelişimimizin, üç sebepten dolayı birbirleri ile ilişkili olduklarından bahsedebiliriz. Öncelikle; ikisi de gelişimlerinin köklerini paylaşırlar. Birbirlerine yakın bir şekilde gelişirler. Gelişirken, kimyasal bir dil kullanarak birbirleriyle konuşurlar. Çalışmalar gösteriyor ki, beynin büyük kısımları oluştuktan ve en ön kısımları henüz oluşmadan beyinden kopan bazı hücreler, yüzü oluşturmak için öne doğru hareket ediyor. Bu fenomen, ilk olarak 1964’te yüz ve beyin anomalileri arasındaki ilişkiyi açıklamak için incelenmiştir.

Bu çalışma, nörolojik bozuklukları olmayan büyük bir insan popülasyonunda, bireylerin yüzlerinin özellikleri ve beyin şekilleri arasındaki genetik bağlantıları haritalandırdı. Çalışmacılar, beynin şeklini belirleyen 472 genin yerini belirlediler; beyin şeklindeki genlerin 76’sı yüzün şekline bağlıydı. Bu sebeple, beyin şekli ve kraniyofasiyal iskelet gelişimindeki varyasyonları birbirine bağlayan en az 76 tane örtüşen genetik konum vardır.

Fakat bu noktada, araştırmacıların neleri bulduğu kadar neyi bulamadıkları da bu çalışmanın kaderini belirledi.

Çalışma, bu genetik örtüşmenin bireyin davranışsal veya bilişsel özelliklerini öngördüğüne dair hiçbir kanıt bulamadı. Aynı şekilde, yüzün şekli Alzheimer gibi dejeneratif bozuklukların riskini de öngöremiyor. Bundan dolayı, birinin davranışını, yüz özelliklerine göre tahmin etmenin imkansız olduğu sonucu ortaya çıkıyor. Yani, birinin yüzü ile, davranışı arasında bir bağlantı olduğuna dair genetik bir kanıt yoktur.

Bu bulgular, yüzümüzün hakkımızda gösterdiklerine dair ısrarcı sözde bilimsel iddiaları çürütür. Kısaca, nöropsikiyatrik bir bozukluk geliştirme riskimiz, yüzümüze yansımaz. Pierre’in endişeleri muhtemelen yersizdi. Phytogoras, birçok yetenekli öğrenciyi geri çevirmiş olabilir. Aristoteles’in sınıflandırmaları da sağlam bir zemin üstüne kurulmamıştı. Fakat kesin olan bir bulgu varsa bu, pozitif bir bakış açısının, yüzümüze harika bir gülümseme olarak yerleştiğidir. Ve bizleri şüphesiz daha güzel bir görüntüye kavuşturduğudur.