Bir Dönem Yasaklanan Roman:
Asılacak Kadın İncelemesi
“Asılacak Kadın”ı günümüzde ve yaşadığımız coğrafyada; sinirleri yıpratmadan okumak biraz zor. Bunu baştan söylemekte fayda var. Öte yandan bu roman hem konusu gereği hem de edebi bakımdan; daha fazla ilgiyi ve hakkında konuşulmayı hak eden bir eser. Bundan dolayı “Asılacak Kadın”ı salt bir roman olarak değil, beraberinde çağrıştırdığı psikolojik ve sosyal deneylerle birlikte ele alarak değerlendirmeliyiz.
Edebi açıdan farklı anlatım teknikleri “Asılacak Kadın”da uyumlu ve ilham verici bir biçimde buluşmuştur. Bu buluşma okura; Ezen – Ezilen – Kurtarıcı üçgeni, olay örgüsü, nefes alan karakterler ve diğer tüm detaylarıyla özgün bir okuma deneyimi yaşatmaktadır.
Kimin romanı bu Asılacak Kadın?
Asılacak Kadın, Pınar Kür tarafından yazılmış olup; ilk kez 1979’da, Bilgi Yayınevi aracılığıyla basıldı. Daha sonra 1986’da Can Yayınları tarafından yeniden basıldı. Ancak müstehcen unsurlar içerdiği iddiasıyla basımı 1986 yılında durdurulmuş ve hakkında toplatma kararı verilmiş; yazar ve yayıncısı hakkında dava açılmış; iki buçuk yıl süren davanın sonunda “sanat eserlerinin pornografik eserlerle aynı türden bir değerlendirmeye tabi tutulamayacağı” gerekçesiyle hem kitap hem de yazarı ve yayıncısı beraat etmişlerdir.
Güncel baskılarında ise kitabın sonunda okuru Pınar Kür’ün savunması karşılıyor. Donanımlı, birikimli, alanında eğitimli ve edebiyata büyük katkılar sunmuş bir yazarın; kurgu eserini açıklamak zorunda bırakılması edebiyata ve sanatçıya yapılan büyük bir haksızlıktır fakat bu bir başka yazının konusu olmalı. Dönelim “Asılacak Kadın”a. Romanın hikayesi, gerçek bir olaya dayanıyor. Üstünden geçen onlarca yıla rağmen toplumumuzda kadına yönelik bakış açısının ve tutumun pek değişmediğini üzücü bir şekilde gözlemliyoruz ne yazık ki.
Şiddetin cezasız kaldığı, adaletin yerini bulamadığı örneklerin mevcudiyeti; güçsüzlüğünü ve sevgisizliğini başkalarının üzerinde tahakkümle tatmin etmekten öteye gidemeyen insanların sayısını maalesef gün geçtikçe arttırıyor. Kadına yönelik kronikleşen şiddet ile karşılaşmadığımız bir gün bile yok. Bu durum; gerçekler ile beslenen ve çıkış noktası yaşamın ta kendisi olan kurmacanın da ister istemez ele aldığı bir mesele, bir arayış haline geliyor. Peki sanat ve edebiyata konu olan savunmasız bireyin başına en kötü ne gelebilir ki diye sormaya kalkarsak karşımıza nasıl örnekler çıkar, buna bir bakalım.
Savunmasız İki Kadın: Melek Ebruzade ve Marina Abramovic
Genç yaşında bir gün olsun mutluluktan ve huzurdan payını alamamış kadınlardan biri de Melek Ebruzade. Asılacak Kadın romanının ikinci kısmında olayları; yaşadığı toplum tarafından savunmasız bırakılan ve objeleştirilen Melek karakterinin bilinç akışından takip ediyoruz.
Kaç – savaş – don. Melek hep donuk. Kaçmaya zaman, savaşmaya güç bulamamış belki; fırsat verilse hayatı tanıyacak ve sevebilecek bir insan. O, kişi olmaya imkan dahi bulamamış bir obje. Çocukluğundan bu yana ona yüklenen sorumluluk ve hatta işkencelerden ötürü hayatın ne olduğunu anlayamamış; itilip kakılmaktan, ne fiziksel ne de ruhsal bakımdan gelişimini sürdürememiş bir şey. Ne bir çocuk, ne bir kadın, ne de bir insan tam anlamıyla. Sadece sahipsiz ve kimliksiz bir kadın. Ne kötülükler uğruna kendisine bahşedilen soyadı ona ait, ne de giydiği elbiseler. Kimseyi tanımamış, başka türlü bir yaşamı bilmiyor. Sevgi görmemiş, anlamını bile bilmiyor. Çocuk kafasında idrak ettiği tek şey itaat. Bir çeşit fiziksel acıdan kaçarken diğerine mahkum edilmiş bir çocuk o sadece. Sahipsiz bir kurban. Binlercesinin temsili. Kısacası, sinirleri zangır zangır titreten ve yüreği ağırlaştıran bir hayata tanık oluyoruz. Bu durum, okurunu savunmasızlık üzerinde düşünmeye itiyor.
Savunmasızlık, insanı nereye kadar götürebilir diye sorguladığımızda; 1979 yılında, altı saat boyunca yaptığı tek şey zararsız bir biçimde durmak olan performans sanatçısı Marina Abramovic’in travmatik gösterisine bir göz atmak gerekiyor. Çünkü bir performans olarak başlayıp sosyal bir deneye evrilen bu gösterinin akıbeti aslında bize eğilimlere dair çok önemli şeyler söylemekte.
Marina’ya o geçmek bilmeyen altı saat boyunca yapılanlar arasında şiddet fitilini ateşleyen ilk kişinin aklından neler geçiyordu? Belki de basit bir şaka niyetiyle eyleme dökülen şey, korkunçluklar zincirinin ilk domino taşına dokundu. Kim bilir? Sebepleri bir yana bırakırsak sonuç olarak elimizde yıkımdan başka bir şey kalmıyor. İkisi de kadın, İkisi de savunmasız bırakılmış, İkisi de obje olarak görülüyor. İkisi de sahipsiz görülüyor.
Kırık Camlar Teorisi ve Sahipsizlik Üzerine
Sahipsizlikten bahsedeceksek Kırık Cam Teorisine değinmek şart. Çünkü kırık camlar teorisi tam da bu noktada devreye girerek gözeteni olmayanın yıkım ve talana maruz kalması durumunu açıklamaya çalışıyor.
Amerikalı bir suç psikoloğu olan Philip Zimbardo, 1969 yılında insanların suç eğilimini gözlemlemek için bir deney yapıyor. Bu deneyde; iki farklı mahalleye bırakılan iki plakasız araba bulunmakta. Mahallelerden birinin suç oranı yüksek. Buradaki araba anında yağmalanıyor elbette. Diğer mahalle biraz daha elit. Oradaki arabaya bir hafta boyunca kimse dokunmuyor. Arabaya balyozla kasıtlı olarak zarar verildikten sonra elit olan mahallenin sakinleri onu fark ediyor ve olaylar gelişiyor. İlk mahalle yıkımı ihtiyaçtan ve suça meyilden gerçekleştirmiş olsa da, ikinci mahallenin arabanın sahipsiz olduğunu anladıktan sonra saldırdığı açık. Belki de sırf keyfi sebeplerden.
Hal böyle olunca düşünmek kaçınılmaz oluyor:
Saldırganlık ve şiddete meyillilik sahipsizliğe karşı daha mı hassas işliyor?
Sahipsiz görülene saldırı; suçun ortaya çıkmaması ya da cezasız kalması ihtimalleri yüksek olduğunda daha mı kolay olmakta?
Mağdurlar objeleştirilmiş, şiddet kronikleşmiş haldeyken bu kısır döngüden nasıl kurtulabilir ve insanlara huzurlu bir yaşam sunabiliriz?
Kadının güçsüz olduğu algısı onu daha mı çok savunmasız ve muhtaç kılıyor?
Erkek çekirdekten dilediğini yapıp her şeye rağmen ödüllerle büyüyor ve kadın mağduru olduğu konularda bile suçlanıp ayıplanıyor. Şu sözde medeni çağlarda bile kadın nasıl her şeyin suçlusu olabiliyor?
Kadının yaşama alanı nerede? Peki bu sınırları neden erkekler çiziyor ve gösteriyor?
Son olarak Asılacak Kadın romanının karakterlerine baktığımızda; birinin travmaları, diğerinin hasta zihni, ötekinin tepkisizliği, kolektifin tutumu ve geçmişi gibi durumlar bir araya gelerek; olayların ve sonuçların zincirleme etkilenmesine sebep oluyor. Bu anlamda, yaşadığımız dünyanın da bu kurgu evrenden pek bir farkı olmadığı söylenebilir. Bu açıdan bakıldığında; bireyin, toplumun ve kitlelerin tutumlarının, sevgisinin veya sevgisizliğinin ne kadar önemli olduğunu ve hatta başka yaşamları nasıl etkileyip geleceği şekillendirdiğini daha iyi anlıyoruz.
Dolayısıyla bu etki tepki zincirini mümkün mertebe iyi ve doğru olan ile beslemenin de bizim elimizde olduğunu; bunu yapabilecek irade ve potansiyele sahip olduğumuzu her daim hatırlamak gerekiyor.
Tüm bilinmezlerin kendini tanımaya ve sınır – saygı bilmeye dönüşmesi; tüm saldırganlıkların altındaki korkuların yerini şefkat ve sevgiye bırakması dileğiyle.
Kaynaklar:
Kavalcı, T. (2019, 3 2). Pınar Kür’ün ‘Asılacak Kadın’ Romanı Üzerine Bir İnceleme.docx. Academia.edu. Retrieved December 6, 2021, from https://www.academia.edu/32666114/P%C4%B1nar_K%C3%BCr%C3%BCn_As%C4%B1lacak_Kad%C4%B1n_Roman%C4%B1_%C3%9Czerine_Bir_%C4%B0nceleme.docx
Diğer yazılarımız; www.insancaakademi.com/blog/
Benzer içerikler için İnstagram sayfamızı ziyaret etmeyi unutmayın!
Cevap bırak