Divanyolu /Bir Caddenin Hikâyesi

Bir Caddenin Hikâyesi İzinde Adım Adım Divanyolu

Divanyolu, Beşir Ayvazoğlu tarafından 2010 yılında yayımlanmıştır. Divanyolu caddesi, okuyuculara tarihle bağlantılı ve ayrıntılı bir şekilde tanıtılmıştır. Yazımızda, yazarın nasıl bir anlatım tekniği kullandığını, mekânı okuyucuya nasıl aktardığını ele alacağız. Böylelikle İstanbul’un önemli mekânlarından olan ”Divanyolu” merkezli bir yazı kaleme alacağız. Buna mukabil, ”Divanyolu’nun” kısa olsa bir tanıtımını yapmak doğru olacaktır.

Divanyolu Caddesi

Divanyolu caddesi günümüzde İstanbul’un Fatih ilçesinde yer almaktadır. Romalılar döneminden itibaren ana yol olarak kullanılan bu cadde Romalılar döneminde ”Regia” ve ”Mese” olarak adlandırılmaktaydı. Birçok tarihi olaya tanıklık eden cadde Fatih’in İstanbul’u fethinden sonra da önemini korumuştur. Fatih döneminde caddede önemli imar faaliyetlerinde olmuştur.

Kitap Hakkında

Ayvazoğlu’nun yazdığı bu kitap daha çok seyahatname özelliği taşımaktadır. Kitapta mekân tanıtımı yapılmaktadır. Ayrıca tasvirlere ayrıntılı bir şekilde girilmemiş, okuyuculara mekânda gezme hissi verilerek mekân tanıtılmıştır. Bununla birlikte tarihî olaylarla ve farklı hikâyelerle hatta yer yer saray entrikalarıyla mekân tasvirleri kuvvetlendirilmiştir. Yer yer de ilgili konular dahilinde verdiği beyitlerle okuyucu açısından, kitabı daha keyifli hâle getirmiştir. Yazar yazısını desteklemek amacıyla da çeşitli tarihi kaynaklara başvurmuştur. Ve sonuç itibarıyla Divanyolu’nun tarihine yolculuk yapılan bir yazı ortaya çıkmıştır.

Romalılar Döneminde Divanyolu

Yazar, kitabın girişinde Divanyolu’nun tarihsel tanımını yapmıştır. Tanımda, Romalılardan itibaren başlayarak yaşanan tarihi olaylarla paralel olarak ayrıntılı bir şekilde okuyucuya aktarmıştır.

Konstantinos’tun 323’te imparator olup Beyzantion’u, Roma’nın yeni merkezi yapmaya karar vermesinden başlayıp kısa bir Bizans tarihi vermiştir. Daha sonra Bizans tarihini, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethiyle sonlandırmıştır. Yazar, bu kısımda tarihi olaylarda biraz fazla detaya inmektedir. Ve Divanyolu’nun vasıfları biraz geri planda kalmaktadır. Fakat bu tarihî detayların birçoğu Divanyolu’nun tarihle paralel olarak tanımlanabilmesinde önemli roller üstlenmektedir.

Fatih Sultan Mehmet Dönemi’nde Divanyolu

İlerleyen kısımlarda ise ”Mese’den Divanyolu’na” kısmı yer almaktadır. Bu kısımda Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethettikten sonra Ayasofya’dan başlayarak yaptığı imar çalışmalarından söz edilmektedir. Fethin üzerinden on dört yıl geçtikten sonra Apostoloji Kilisesi’nin yerine Fatih Camii ve Sahn-ı Seman Medreseleri’nin temelleri atılmıştır. Ayrıca Fatih Sultan Mehmet’in aynı dönemlerde, manzarasını çok beğendiği Sarayburnu’nun tam karşısına bir saray yaptırmak istediğinden de bahsedilmiştir. Bu tarihlerde yapılan ilk köşklerden birinin de günümüzde Arkeoloji Müzesi olarak kullanılan Çinili Köşk olduğuna da değinilmiştir. Yazının bu kısmında iki sarayı birbirine bağlayan Mese kısmında kırk yıl boyunca gerçek anlamda bir imar faaliyetinin sürdürülmediğinden bahsedilmiştir. Yazar, 1226-1533 yılları arasında İstanbul’da yaşamış olan Pieter Koeck Van adındaki Hollandalı ressamın resmine değinmiştir. Resim Kanuni Sultan Süleyman’ı At Meydanı’ndaki tasviridir. O tarihteki İstanbul’un yıkık hipodromuyla ve dikilitaşıyla hâlâ Bizans’ın izini taşıdığını, gösterdiğini vurgulamaktadır. İlerleyen kısımlarda ise Firuzağa Camii’nden bahsedilmektedir.

Depremin ve Yangınların Divanyolu’nda Bıraktığı İzler

14 Eylül 1509 tarihinde İstanbul’da şiddetli bir deprem meydana gelmiştir. Bu büyük depremden sonra yıllarca ayakta kalmayı başarmış Bizans yapılarının yanında Fatih döneminden sonra inşa edilen birçok yapı da büyük zararlar görmüş ve birçoğu yıkılmıştır. Kaynaklarda ‘’Kıyamet-i Sugrâ ‘’ (Küçük Kıyamet) diye geçen bu depremde, Fatih Bimarhane’si, imareti ve Sahn-ı Seman Medreseleri’nin kubbeleri çökmüştür. Fatih Camii’nin kubbesi ise büyük hasar görmüştür. Bu büyük depremden sonra İstanbul halkı büyük bir korku yaşamıştır. Sonrasında evlerini ahşaptan yapmaya başlamışlardır. Böylece ahşap evlerle donatılmış İstanbul’un silueti yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamıştır. Fakat daha sonra İstanbul’un başı yangınlarla belaya girmiştir. Bu nedenle ahşap evler tam anlamıyla bir sorun hâline gelmiştir.

Ayrıca İstanbul’da yaşanan yangınların en büyüğü ve en hasarlı olan Hocapaşa yangınından söz edilmiştir. Yine önemli bazı tarihi bilgiler verildikten sonra yangının şiddetinden, yayılış şekliden ve bölgeye verdiği zararlardan bahsedilmiştir.

Divanyolu Üzerinde Bulunan Önemli Eserler

Diğer bir bölümde yazar, Sultan II. Mahmut Türbesi’ni okuyuculara kendi bakış açısıyla anlatmıştır. Önceki bölümlere kıyasla bu bölümde fazla tarihi detaylara girmemiştir. Daha çok mekânsal tasvirlerde bulunmuştur. Bu bölümde de tarihi olaylar, okuyucuyu detaylara boğmadan ve fazla sıkmadan okuyucuya aktarılmaktadır.

Ayrıca bu bölümde yazar, Tezveren Dede Türbesi’nden de bahsetmiştir. Tezeveren adının nereden geldiğini detaylıca anlatmıştır. Ara ara harem entrikalarından da bahsetmiştir. Özellikle de Esma Sultan bahsinde tam olarak entrika olan konuların anlatıldığı görülmektedir.

Divanyolu Kahvehaneleri

Divanyolu denince eski tarihlerden bu yana akla gelen ilk şey kahvelerdir. Yukarıda da bahsettiğimiz Hocapaşa yangını (1865) Divanyolu için önemli bir dönüm noktasıdır. Bu yangında cadde üzerinde bulunan birçok kahve yok olmuştur. Reşat Ekrem Koçu bu dönemi şu cümlelerle anlatmıştır: ”Kala kala dört kahve kalmıştı. İpek halılarla döşenmiş biri havuzlu, üçü aynalı dört kahve (Ayvazoğlu, 2010: 97)” Bu aktarımdan da yaşanan yangının şiddetini anlayabilmekteyiz.

Ayrıca bu dönemde Tavukpazarı’nda yer alan Âşık Kahveleri’nden de detaylıca bahsedilmiştir. Muallim Nâci’nin, İstanbul’a gelen âşıklar hakkında ne dediğine dair küçük bilgiler de verilmiştir.

Divanyolunda Görülmeye Değer Bir Yer

Divanyolu dahilinde İstanbul’un görülmeye değer yerlerinden olan Çarşıkapı da tanıtılmıştır. Çarşıkapı, Beyazıt meydanına varmadan hemen öncedir. Girişte Bilyeciler sokağı karşılar ilk önce sizi. Külliyelerle dolu olan bu sokağın bir başında Sinan Paşa Medresesi diğer köşesindeyse Çorlulu Ali Paşa Medresesi olduğunu aktarır yazar. Ayrıca yazar burada Çorlulu Ali Paşa Medresesi’ne gidip nargile çektiğinden (yazar eylemi ”nargile çekmek” şeklinde aktarmıştır.) de söz eder. Daha sonra kısa bir şekilde Çorlulu Ali Paşa’nın hayatından bahsetmektedir.

Divanyolu Üzerinde Bazı Tarihi Vakalar

Yazar’ın, okuyucunun dikkatini çekmek için değişik bir anlatım tekniği kullandığını da görmekteyiz. Ercüment Ekrem Bey ve Askerî Rüştiye talebesi olan Ragıp Efendi’nin gözünden 31 Mart isyanının Divanyolu’ndaki akislerini adeta bu iki tarihi şahsiyeti takip eden ikinci bir gözmüş gibi okuyucuyu da bu takibe dahil ederek aktarmaktadır. 1909 yılından yani 31 Mart isyanından sonraki tarihlerde Divanyolu’nda meydana gelmiş diğer isyanları ve önemli tarihi olayları da anlatmaktadır. Yazar, eski ramazanlardan da bahsederek Divanyolu’nda eskiden Ramazanlarda neler yapıldığından söz etmiştir. Eski ramazanlardan bahsettiği yazısına ise Cenab Şahabettin’in yaşadığı bir hikâye ile başlamıştır:

”Cenab Şahabettin, 1919 Ramazan’ının ilk akşamı Süleyman Nazif’le birlikte Divanyolu’nda yürürken yanlarından geçen büyücek bir çocuk hançeresi ne kadar izin veriyorsa o kadar yüksek bir sesle ”Yaşasın Ramazan!” diye haykırır. Nazif bunu mübarek aya bir çeşit saygısızlık gibi görerek öfkelenince, Cenab, ”Kızmayınız üstâd, der, on senedir ‘Yaşasın birisi!’ yahut ‘Yaşasın bir şey’ diye bağırmaya o kadar alıştık ki’!(Ayvazoğlu, 2010:149).”

Koca Sinan Paşa ve Sinan Paşa Medresesi

Yazar son bölümde, kitapta sıkça adı geçen ve Divanyolu üzerinde bulunan medreseye ismini veren Koca Sinan Paşa’ya değinmiştir. Sinan Paşa’nın ölümünde düşülen tarihlere yer verip nasıl bir paşa olduğuna, halk tarafından pek de sevilmediğine değinmiştir. Sinan Paşa Çeşmesi’nden başlayıp Divanyolu’nda ve İstanbul’da bulunan diğer çeşmelerden bahsetmiştir. Bu çeşmelerin öneminden söz etmiş, zamanla nasıl bir evrim geçirdiklerini anlatmıştır. Son olarak da tarihi çeşmelerin korunması gerektiğini söylemiştir.

Yazarın Gözünden Divanyolu

Gözleme dayalı bir bakış açısıyla yazılmış olan bu kitapta, hemen hemen Divanyolu üzerinde bulunan bütün yapılara yer verilmiştir. Yazar, Divanyolu’nda gezip gördüğü yerleri okuyucu da gezsin, görsün diye Divanyolu’nu adım adım okuyucuya aktarır. Ayrıca yazar ”II. Mahmut Türbesi’nde ve bahçesinde yatan ölüler gül ve yasemin koklayarak uyuyorlardı (Ayvazoğlu, 2010:2).” şeklinde koku duyusunu ön plana çıkartarak mekânı tasvir etmektedir. Bu durum oldukça dikkat çekicidir. Yazar, okuyucuya mekânı hissettirmeye, okuyucuları mekânda yaşatmaya çalışmaktadır. Buna benzer diğer bir örnek de; ”Uzaktan uzağa ne, tanbur ve kemençe sesleri geliyordu (Ayvazoğlu, 2010.2).” cümlesinde görülmektedir. Burada da yazarın işitme duyusundan yararlanarak okuyucuyu geçmiş bir mekâna götürmeye çalıştığını hissetmekteyiz. Ney sesi, tanbur sesi ve kemençe sesi eski İstanbul’u çağrıştırır. Böylece okuyucu hem mekânsal hem de tarihsel bir yolculuk yapmış olur. Gül ve yasemin kokuları da aynı şekilde okuyucuyu, eski İstanbul’a götürür.

İnsan psikolojisi üzerinde kokuların ve seslerin mekânsal kavrayış bağlamında büyük bir önemi vardır. Yazar aynı zamanda işitme ve koku alma duyularını kullanarak okuyucunun hafızasında kendi hatıralarından bulabileceği parçalarla, hayal gücünü tetikleyerek uyarımda bulunur.

Son Adım

Yazarın, Divanyolun’u genel anlamıyla nasıl tasvir ettiğine bakmakta fayda var. ‘‘Hayır bu cadde benim bildiğim Divanyolu olmazdı. İşte ileride nasıl da daralıyordu! Birden yolu aslında Çemberlitaş Hamamı’nın soğukluğuyla Köprülü Medresesi’nin hazire ve sebilinin daralttığını fark ettim. Her şey ne kadar farklı görünüyordu ve Köprülü Paşa’nın sebili ne kadar güzeldi (Ayvazoğlu, 2010:1).”

Görüyoruz ki yazar Divanyolu’nu sürprizlerle dolu bir cadde olarak anlatmıştır. Onun için Divanyolu dümdüz, sıradan bir cadde değildir. Bir bakıma yazar, Divanyol’nun daralan sokaklarıyla samimiyetin arttığını da ifade etmeye çalışmaktadır. Çünkü yazarın yukarıdaki aktarımında daralan sokaklarda samimiyet daha da artmaktadır. Kitaptan vereceğimiz diğer bir örnek anlatmak istediğimiz şeyi destekleyecektir. ”Divanyolu cetvelle çizilmiş gibi dümdüz bir cadde değil, zaman zaman daralıp genişleyerek harika sürprizler hazırlayan, kendiliğinden oluşmuş bir yoldu (Ayvazoğlu, 2010:1).”

Yazar için bu cadde yapay değil, doğaldır. Bir ağaç nasıl yetişirse kendi kendine toprağa düşen bir tohumdan Divanyolu da tıpkı böyle kendiliğinden ve doğal bir şekilde oluşmuştur yazar için. ‘’Cetvelle çizilmiş gibi dümdüz’’ olmamasının vurgusunu da tam da bu sebeple yapmaktadır. Doğal ve kendiliğinden oluşan şeyler kusursuz ve mükemmel olmazlar. Buna organik bir meyve ve hormonlu bir meyve örneğini verebiliriz. Köyde katkısız yetişen bir meyve şekilsizdir. Ama serada büyük şehirlere satılmak için yetiştirilen meyve şekil olarak mükemmel görünür. Fakat şekli kötü olsa da katkısız olan köy meyvesinin tadı daha güzeldir. Divanyolu da tıpkı köy meyvesi gibidir. Kendiliğinden oluşmuş ve şekilsiz olsa da içi keşfedilmeyi bekleyen harika şeylerle doludur.

Yazar bize, Divanyolu’nun şehrin göbeğinde olsa bile hâlâ (hatta tüm tarihler boyunca) tadılmayı bekleyen organik bir meyve olduğunu hatırlatır. Bu bağlamda, yazarın doğal olmayan, sonradan insan eliyle oluşturulmuş bir yapıya doğallık atfettiğini görürüz.

 

Bu yazı İnsanca Akademi editör ekibinden Simge Güney tarafından düzenlenmiştir.

Benzer içerikler için YouTube sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.