Truman Show: Kendi Gerçekliğine Bir Başkaldırı

Film Hakkında

Truman Show, 1998 yılında çekilmiş ABD yapımı bir komedi ve dram filmidir. Filmin senaryosu Andrew Niccol tarafından hazırlanmış ve yönetmenliğini de Ölü Ozanlar Derneği’nden tanıdığımız Peter Weir yapmaktadır. Film; en iyi yönetmen, en iyi özgün senaryo ve en iyi yardımcı erkek oyuncu dallarında Oscar’ a aday gösterilmiştir. Maske, Salak ile Avanak, Hayvan Dedektifi, Sil Baştan gibi filmleriyle bilinen komedyen ve oyuncu Jim Carrey filmde Truman Burbank rolüyle karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca Christof rolüyle Ed Harris, Meryl Burbank rolüyle Laura Linney, Lauren rolüyle Natascha McElhone karşımıza çıkmaktadır. Genellikle seyirciyi güldüren karakterlerle görmeye alışık olduğumuz Jim Carrey bu filmle birlikte dram filmlerinde de kendini kanıtlamayı başarmıştır. Geçmiş filmlerine kıyasla daha farklı bir senaryoyla karşımıza çıkmasına rağmen Jim Carrey’i karşımızda görmek bile gülümsemek için yeterli bir sebep.

Filmin kısaca konusuna bakacak olursak şu şekilde: Truman Show aslında bir televizyon programı ama Truman’ın bundan haberi yok. Doğum anından itibaren başlayan bu programı tüm dünya izliyor. Truman’ın 24 saati canlı bir şekilde karşılarında. Truman’ın hayatı kısacası sahtelikten ibaret. Truman zamanla tüm bunların farkına varmaya başlar. O evreni oluşturana ve inandığı tüm gerçekliğe bir başkaldırıdır aslında tüm bu yaptıkları.

Özetle Truman Show

Filmi izlerken klasik bir Jim Carrey komedisi izliyormuş düşüncesiyle başlıyoruz pek tabi. Evinin kapısından ilk çıkışında söylediği “Ve olur ya, belki sizi göremem iyi günler, iyi akşamlar ve iyi geceler.” repliği ile gülümsemeye başlıyoruz. Bu repliği birkaç defa daha duyacağız ve son duyuşumuzda çok daha bir anlamlı hale gelecek. Bu küçük dipnotla beraber filmin akışına devam edelim.

Truman, arabasına yöneldiği sırada gökten ne olduğunu anlamadığımız bir nesne düşüyor. Truman yaklaşıp ne olduğuna ve nerden düştüğünü anlamak için gökyüzüne bakıyor. Daha sonra aracına binip işine doğru yola çıktığında radyoda düşen nesneyi destekler nitelikte bir haber çıkıyor. Çıkan haberle birlikte kafamızdaki “Düşen acaba neydi?” sorusu siliniyor. Sıradan gündelik yaşantımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. İşe gittiğinde, patronu Truman’a iş için bir yere gitmesini söylüyor. Gittiği yere tekneyle gitmesi gerekli. İlk defa bu sahnede Truman’ın denize olan korkusunu görüyoruz.

Daha sonra eve geldiğinde eşi, aldığı yeni nesneyi sanki bir reklam yerleştirme gibi bizlere gösterip anlatıyor. Arkadaşıyla golf oynarken gitmek istediği yer olan “Fuji” den bahsediyor. Başka bir sahnede sahilde otururken geçmişte babasıyla tekneyle açıldığında yaşadığı travmatik olay aklına geliyor. Dramatik bir şekilde geçmişe dalarken olayı destekler nitelikte bir yağmur başlıyor ama sadece Truman’ın üzerine yağıyor. Durum karşısında şaşırsa da Truman daha sonra her yere yağan yağmurla hayatına devam ediyor normal şekilde. Filme bu şekilde baktığımızda Truman özelinde sıradan bir günlük yaşantı görüyoruz. Hayatı akıyor, her şey onun etrafında dönüyor sanki.

ara b

Günün birinde işine giderken ölmüş olarak bildiği babasıyla karşılaşıyor. Yaşadığı olayın şaşkınlığıyla ailesine sorup bunun gerçek olduğuna onları inandırmaya çalışsa da çabası yetersiz kalıyor. Bu olayın üstüne eski eşyalarını karıştırırken karşılaştığı bir hırka onu geçmiş bir anıya götürüyor. Lauren isimli kız, hatırasındaki anıda ona sahilde yaşadığı her şeyin yalandan ibaret olduğunu söylüyor. O sırada hızla gelen bir arabayla kızın babası geliyor ve kızının şizofren olduğunu söylüyor. Truman’ın şaşkın bakışları arasında babası kızı götürüyor ve elinde hırkayla Truman bakakalıyor.

Hatırladığı bu anıdan sonra Truman’ın zihninde ilk çatlamalar başlıyor ve sorgulamaya başlıyor çevreyi. Sorgulamaya başladıkça oradaki olaylar da tuhaflaşıyor bazen. Truman adayı terk etmeye çalışma çabaları tek tek bertaraf ediliyor. Truman’ın tüm sorgulamaları sonucunda sanki aklını kaçırmış gibi hissediyor. Arkadaşı ile dertleştiği esnada babası çıkıveriyor bir anda. O sahneyi çeken Christof sanki orkestrasını yöneten bir şef edasıyla replikleri söylüyor, müziği kısıp alçaltıyor. Aslında bir şeften öte kendi evrenini yöneten bir tanrı edasıyla demek daha doğru olacaktır. Herkes Truman olayları anladı diye düşünürken o, hiçbir şey olmamış gibi normal şekilde davranıp onu izleyen herkesi kandırıyor. Daha sonra bindiği bir tekne ile yelken açıp o evreni oluşturan herkese başkaldırıyor.

Filme Farklı Bir Bakış

Truman Show aslında okuduğumuz 1984, Fahrenheit451, Otomatik Portakal gibi bir distopya anlatıyor bizlere. Hayatı kocaman bir film setinden ibaret olan bir adam Truman. İnandığı, sevdiği, yaşadığı her şey sahte. Korktuğunu sandığı şeyler dahi sahte. Truman’ın deniz korkusu gibi. Truman’ın adadan çıkmamasını sağlamak için ona yüklenen bu korku belki de bizi var olduğuna inandırılan gerçekler dünyasında tutmak için inandırılan korkularımız gibidir. Bu korkularımız sayesinde belki de bazı şeylere adım atamıyoruzdur. Filmin sonlarında Christof ’un dediği gibi ”Aslında gerçek dünya da sahteliklerle dolu ama Truman’ın dünyası kadar değil.”. İlk sahnede yukarıdan düşen nesnenin ne olduğunu sorgulamadık bile. Çünkü birileri bize onun ne olduğunu söyledi. Birileri gerçek bu dedi ve biz düşünmedik.

Filmdeki şu replik çok iyi özetliyor olayı: “Dünyanın gerçekliğini bize sunulan haliyle kabul ederiz.”. Hayatta da aynı şeylerle karşı karşıyayız. Gerçek olduğuna inandırıldığımız yalanlar içindeyiz kim bilir? Truman misali biz düşünüp sahtelikleri fark ettikçe akıl hastası gözüyle bakıyorlar. Alıştığımız gerçeğin dışında düşünen herkese o gözle bakıldı aslında. Farklı düşünmek, farklı bakmak bir nevi delilik toplumun gözünde. Truman’ın içinde bulunduğu kubbe aslında bir metafor. Zihnimizin içinde sanki koca bir kubbe var da onun sınırlarından çıkamıyoruz. Sorguladıkça, bulunduğumuz hayatı anlamaya çalıştıkça o mecazi kubbe çatırdıyor. Zamanla içinde bulunduğumuz evrenin farkına varıyoruz. Truman’ın Santa Maria’ya binip denize açılması gibi zihnimizin denizinde yola çıkıyoruz. Ta ki sınıra erişip oradaki merdivenlerden çıkma cesareti gösterene dek. Truman’ın gemisiyle kubbenin sınırına ulaşıp gemiyle kubbeyi delmesi bunu anlatıyor bizlere aslında.