Mai ve Siyah Romanında Baba

Mai ve Siyah Romanında Baba

Tanzimat dönemi kapsamında yapılan araştırmalarda da üzerinde çokça durulan bir konu olan baba, Tanzimat dönemi romanlarında daha çok ’’babasızlık’’ kavramı ile karşımıza çıkmaktadır.  Babanın devlet ile özdeşleştirilen bir kavram olması bağlamında düşünürsek bu kavramın Tanzimat romanlarında ve Servet-i Fünûn romanlarında çokça işlenmesi, devletin bu dönemde gücünü kaybedip zayıflamasına bağlanabilir.

Ahmet Cemil İçin ’’Baba’’ Kavramı:

‘’Baba’’ kavramına bir de Mai ve Siyah romanı dahilinde bakmaya çalışacağız.  Romana baktığımızda kilit noktanın Ahmet Cemil’in babasının vefat etmesi olduğunu görüyoruz. Romanın ana karakteri Ahmet Cemil’in hayatındaki tüm zorluklar babasının ölümünden sonra başlar, evin tek erkek çocuğu olarak babalık görevini üstlenir. Ahmet Cemilin hayatındaki ilk siyahlığı, babasının vefatı olarak nitelendirebiliriz. Oldukça hassas ve kırılgan bir mizaca sahip olan Ahmet Cemil’in baba rolü altında zaman zaman ezildiğini de görülmektedir. İlk ezikliğini babasının vefatından kısa bir süre sonra annesinin, diplomasını ne zaman alacağı sorusunu sorması üzerine yaşıyor.

Henüz çok genç yaşta olan Ahmet Cemil, bu soru karşısında o an sığınacak bir baba arayışında bulunuyor ve aklına gelen ilk kişi ise Hüseyin Nazmi oluyor. Sırtını dostu ve sırdaşı Hüseyin Nazmi’ye yaslayarak manevi anlamda yüklerinin biraz da olsa hafiflediğini hatta bu dertlere çözüm yolları bulduğunu görüyor. Bu durumda Ahmet Cemil’in babasının yokluğunda, babasının yerine koyup sırtını yasladığı kişiyi Hüseyin Nazmi olarak görebiliriz. Peki Hüseyin Nazmi tam anlamıyla Ahmet Cemil için bir baba olabiliyor mu? Bu sorunun cevabı; hayır. Yalnızca Ahmet Cemil’in bir babaya ihtiyaç duyduğu kaçış anlarında yalnızca bir sığınak olabiliyor. Hüseyin Nazmi, bu ender zamanlarda Ahmet Cemil için mai bir baba olmaktadır diyebiliriz.

Ahmet Cemil’in Zayıf Noktası Baba mı Yoksa Para mı?

Tanzimat Roman içerisinde baba konusu dahilinde şöyle önemli bir husus da dikkat çekiyor; Ahmet Cemil arkadaşı Hüseyin Nazmi’nin köşküne, odasına, kütüphanesine velhasıl hayatına özenmekte. Hatta varlıklı ve haysiyet sahibi bir babanın oğlu olmasına da özenmektedir.  Bu noktada Ahmet Cemil’in zaafını ve romanın ilerleyen bölümlerinde de onu hataya sürükleyen zayıf yönlerini yani nefsini de keşfetmiş oluyoruz. Yazının başında da dediğimiz gibi romanın kilit noktası baba ve Ahmet Cemil’in nefsine açılan gizli kapının anahtarı da babada. O aslında tıpkı arkadaşı Hüseyin Nazmi gibi varlıklı ve soylu bir babaya sahip olmak istemektedir.

Fakat bu özellikler kendi babasında mevcut değildir. Babasındaki bu noksanları kendisinde tamamlamaya çalışıp tüm hayallerini bu yönde kurmaya başlıyor. Nitekim nefsindeki bu zengin olma uyanışının da babasının ölümü ile başladığını görüyoruz. O zamana kadar büsbütün edebiyatla ilgili olan Ahmet Cemil, babasının ölümünün ardından daha büyük bir ev, araba (at arabası), annesini ve kız kardeşini yaşatabileceği daha iyi şartlar… Hatta ilk zamanlarda annesine ve kız kardeşine bakarak aklından ‘’ah ah imkânım olsa size neler almazdım’’ diye geçirmektedir. Babasının yokluğu ile girdiği baba rolünde kendinde babasının eksikliklerini tamamlamaya çalıştığını görüyoruz.

Baba ve Güç:

Ahmet Cemil her ne kadar hassas bir karaktere sahip olsa da güçlü de olmak istiyor ve bu gücü babasından ona geçemeyen fakat kendisinin elde etmeye çalıştığı parada, haysiyette ve ünde aramaya başlar. Fakat Ahmet Cemil’in baba rolü altında ezildiğini söylemiştik. En büyük ezikliği de kardeşi İkbal karşısında yaşar ve onun yanlış bir evlilik yapmasını tabiri caizse kendi elleriyle sağlar. İkbal her ne kadar sussa da eşi Vehbi’nin ona ne derece kötü davrandığı, günden güne onu mahvettiği İkbal’in her halinden belli olur. Ahmet Cemil bunları görür bir şeyler sezer fakat yukarıda da söylediğimiz zayıf noktasından kurduğu hayaller zihnini o derece meşgul eder ki gözüne bir perde iner adeta.

Zaten İkbal’in evliliğini oldubittiye getirir, Vehbi’yi kardeşine layık mı değil mi diye iyicene araştırmaz. Romanda İkbal’in acısının artık görülemeyecek gibi olmadığı ve Ahmet Cemil’in, onu odasında ağlarken gördüğü bir akşam Ahmet Cemil tüm yaşadıklarını düşünür, hayallerinin peşinde koşarken kardeşini ihmal ettiğini kendine itiraf eder. Matbaanın sahibi olabilme, şiirini yazıp ünlü olabilmeyi düşlerken daha doğrusu heveslerinin peşinde koşarken yanı başındaki kardeşinin yaşadığı acıları göremediğini fark eder.  Fakat onun bu ihmalkarlığı İkbalin ölümü ile sonuçlanır. Ancak Her şeye rağmen Ahmet Cemil’e soyunduğu bu baba rolünde kötü bir baba diyemeyiz. O, gençliğinin verdiği heyecanla hayallere dalmışken bir yandan da ailesi için çırpınan genç bir adamdır. Ahmet Cemil her şeye rağmen mai bir baba olabilmek için çabalamıştır.

Romanın sonunda Ahmet Cemil, her şeyi eline yüzüne bulaştırmış bir şekilde ülkeyi terk eder. Yanında yalnızca annesi ve annesinin hizmetlisi vardır. Çıktığı uzun bir gemi yolculuğunda, babasızlığının ve sahipsizliğinin acılarını denize döker ve yeni umutlara yer açar.

 

 

Diğer yazılarımız; www.insancaakademi.com/blog/

 

Benzer içerikler için İnstagram sayfamızı ziyaret etmeyi unutmayın!