bilincin varlığı

Bilincin Varlığı ve Yazının Anlamı Üzerine

Anlam, insan zihninde yaratılan ve nesnelerle kurduğumuz ilişkiler sonucu oluşan ikincil gerçeklik. Peki bu yarattığımız anlam, gerçek anlamla ne derece tutarlıdır. Yani anlamla kurduğumuz ilişki ile gerçeklik -burada ikincil bir gerçekliğin var olduğunu düşünüyoruz-ne derece paraleldir. Bildiğimiz belli tanımların gerçekliğin ötesinde kurmaca varlıklar olduğunun hepimiz farkındayız. Çoğumuzun kutsadığı bilgi salt anlamda gerçeklikle olan bir ilişki sonucu oluşur. Ancak sorun somut olmayan soyut kavramlarda baş gösterir. İlişki kurduğumuz nesneler -nesne olarak tanımladığım , anlamla ilişkili olan tüm içerikleri kapsıyor- soyutluk kazanmaya başladığı zaman anlamdan ne kadar uzaklaştığını görmek bizim için çok zor olmuyor. Soyut kavramlarla olan ilişkiler bugün edebiyatın ve yazının aracılığıyla insanın yarattığı en büyük düşünme olan felsefenin yaratılmasına sebep oldu.

Felsefenin Yaratılması

Felsefenin yaratılmasının neden somut olmayan kavramlarla olan ilişki diyorum? Sorunun cevabı birçok kişi için açık olarak görünebilir ancak bu sorunun içinde gizli önemli bir ayrıntı var ve bunu açıklamak göründüğü kadar kolay değil. Öncelikle felsefenin iki farklı yönü olduğunu söyleyebiliriz; birincisi felsefenin bir eyleme dönüşmüş halidir ki bu yazma eyleminin içinde bir felsefe yaratma ve yaratılan felsefenin anlaşılırlığı ile şekil alır. İkincisi de aslında hayatın ilk eylemi soru sormak ve cevap aramaktır. Felsefe somut olanla ilgili bir meşgale olmadığından soyut nesnelerle ilgili sorunların yoğunlukta olduğu bir dönemden soyutluk kazanan dile geçiş döneminde doğmuştur.

Bir elma maddi anlamda felsefenin ilgisini çeken bir soru sorulamayacak bir nesnedir. Felsefenin sorusu, elma ile ilgili düşünmeyi sağlayacak bir kavramla yani soyut olan dille gelişir. Doğada sadece insana ait olan yegâne şey felsefedir. Çünkü insanı diğer canlılardan ayıran soyutlama yeteneği ve bu yeteneğin en yaygın sonucu olan dildir. Her insanda mutlaka var olan tek özellik bu dil yeteneğidir. Hepimiz iyi kötü soyut düşünme yeteneğine sahibiz. Hatta insan bu soyut düşünme yeteneğini kendi çevresiyle iletişime geçmek, kavramak gibi ikincil istençlerle beraber. Soyut ancak maddeci anlamda somutlaştırılabilir ikinci bir dil olan matematiği de yaratmıştır. Matematik dil olarak, insanın soyutlama yeteneğinin en kutsal halidir. Hatta kullandığımız öz dillerimizden daha büyük bir özelliği mantıksal denemeye tabi tutulabilir. Bu yüzden matematik tüm insanlar için çoğunlukla aynı sonucu verir.

Elma dediğinizde hepinizin aklında farklı bir soyutlama olduğundan hep farklı bir nesneyi anlama eğiliminde olursunuz. Ancak “2+2” somut olarak bir gerçeklik olduğunu düşünürsünüz. Aslında matematiği insan için bu kadar kutsal kılan da ne derece soyut olduğuyla ilgili düşünme gereği duymuyor olmamız.

Dilin işlev görmesi açısından kutsal bir yeri olduğunun, iletişimin en önemli eseri olduğunun hepimiz farkındayız. Ancak dilin soyut bir anlam taşıdığını söylediğimizde bunu anlamak o kadar kolay değil. Sorunun içine gizli olan önemli nokta da tam olarak bu. Dil bizim tanımlarımızın hepsinden daha büyük bir yer alıyor hayatımızda. Şu an bu yazıyı anlamanızı sağlayan belli bir kurallar çerçevesinde gerçek imgelemleri yazıya taşıyor olmam.

Felsefi Hermenötik

Burhanettin Tatar’ın “Felsefi Hermenötik ve Yazarın Niyeti” adlı kitabında benim ilgimi çeken ve felsefi olarak değerli bulduğum soru da yukarıda anlattıklarım çerçevesinde şekillendi. Dilin katmanlı yapısı çok felsefi bir problem olmasının yanında üzerinde çok da düşünmeyi dilemediğiniz sorunlardandır. Sorulması ve cevaplanması çok uzun yıllar alabilecek aslında basit görünümlü bir soru. Dilin -burada dili yazılı dil olarak alacağız-anlam üzerindeki etkisi anlama eyleminde şekillenir. Bunun üzerindeki etkenler düşünüldüğünde ortaya kitabın konusunu da şekillendiren, yazarın niyeti giriyor. Yazarın niyeti okunan metindeki anlamı ne derece etkiler? Benim şu an yazdığım bu satırları okuyan ve okuduğu yazıya kendi zihninde bir anlam katan kişi için yazının katmanlarından hangisi daha önemlidir? Buna yukarıda da bahsettiğimiz somut ve soyutluk olarak bakabiliriz. Yani yazdıklarımın Türkçe’nin genel yapısı içinde belli kurallara tabi olduğunu biliyorum. Bu kurallarla dilin kültürü içinde bu yazıya bir veya birden fazla anlam katılma olasılığı vardır.

Ancak bunun yanında yazarın kişiliği ve anlatımı ve yazar hakkında önceden bilinecek herhangi bir bilgi yazının anlamı üzerine ne kadar etki edebilir. Tarihi metinlere olan bakış açısını düşününce genel olarak söylenen “Tarihi kazananlar yazar” gibi bir doktrinle düşündüğümüzde, soyut dilin somutlanmasında ne kadar yanlı olabileceğimizi daha iyi anlarız.

Metin dilden öte bir anlamla yaşamaktadır. İnsanla buluşan dil bu anlamı kendiyle süsler ve yine bir anlam katar. Dilin bu derece somut görünmesi kandırıcıdır; ancak dil somut olanla anbean ilişkidedir. Yaratıcısından bağımsız değişir gelişir. İlk kurulan cümleler farklı dillerde bambaşka anlamlara gelir. Dili bu derece hayran bırakıcı ve tatmin edici, kitapları bu derece kutsal yapan dilin özellikleridir.

 

Bu yazı İnsanca Akademi editör ekibinden Melek Nur Yıldırım tarafından düzenlenmiştir.

Muhammet Furkan Dolgun
İstanbul Üniversitesi Fizik bölümünde okuyan, okumayı, yazmayı ve felsefeyi seven bir gezgin.