Deliliğe Övgü

Gelecekte bir gün bir oylama…Bütün ellerin aynı anda kalkmasıyla insanlar akıllarını teslim etti. Bırakın aklı! Tüm deli zehri karışsın kanınıza! Manifestomuz, aklın yetersizliği üzerine değil akılcıların bilgelikten uzaklığı üzerine olacak. Günümüzü akılla savaşarak, kelimeleri akıl karşıtı gibi gösterecek şekilde dizerek harcayacağız. Ben yazarak günümü, siz okuduklarınızla anlarınızı akıl düşmanlığına harcamış olacaksınız.

Akıl, insanın ayırt edici olarak hayvanla arasına koyduğu yegâne yeti. İnsan kullanabilir bulunduğu bu meziyeti diğer canlılardan üstünlük olarak görüyor. Kendi türünde anlam vermediği -akılsızlar olarak niteledikleri- kişileri de türünün güvenliği gereği olabildiğince toplumdan uzak tutuyor.  Korkusu, sahip olduğu tek gücü olan aklı kaybetmek.

Rotterdamlı Desiderius Erasmus;

“Ahmaklık öne atılır ve konuşmaya başlar:” diyerek deliliğe övgüsüne başlar. Akıl sofrada olmadığı için değil sofranın kendisi akıl olduğu için sözler sonrasında akılsızın dilinden, akıllıca çıkacaktır. Devamında 68 adet yazıt çıkar ortaya. Sanki Erasmus’un ahmaklığı kendi peygamberidir. Tanrıdan aldığı yegâne söz ise hiciv ve taşlamalarla bileştirdiği 68 adet yazıt-ayet- olacaktır. Şimdi aklın surlarına girelim, yeterince görkemli gözükmeyen bu surların arasında nasıl bir çöplük olduğunu beraberce haykıralım.

İnsan doğumunda akla sahip midir?

Sorulması gereken soruların arasından özellikle bu soruyu seçtim. Günün birinde bir cevap bulunduğunda bile insanın doğduğu ve çocukluğunu geçirdiği gelişim döneminde, birçok canlıdan akılca geride olduğunu daha iyi anlayacaktır.  İnsanın en büyük özelliği olan soyutlaştırma yeteneği, insanın sonradan geliştirdiği bir yetenektir. Ellerimizi nasıl kullandığımızı, nasıl yazı yazdığımızı, nasıl koştuğumuzu dahası vücudumuzda eylem olarak gerçekleşen şeylerin birçoğundan habersiz ya da iradesiziz. Tüm bunların ötesinde nasıl düşündüğümüzden de habersiziz aslında.

İnsan yaşadığı bedenle ilgili duyuşuz yaşadığını düşündüğüm bir canlı. Faust tanrıca konuşan bir adamın öyküsü gibi geliyor. İradenin ne kadar sahipsiz ve havada akıllı insanın iradesizliğe daha kolay yenilebileceğinin en iyi örneklerinden biridir belki de. Oyunun en önemli alıntılarından biri de bana akılla doğrudan konuşan Faust’un aslında kendine isyan ettiğini düşündürür.

“İnan ki, akıllılık dedikleri, çoğu zaman,

Önünü göremeyen bir kendini beğenmişliktir.”

-FAUST

            Aklın ne olduğunu öngörmek aslında aklın içinden mümkün değildir. Aklı anlaması için insanın aklın dışına çıkabilmesi gerekir. Bir deneyimdir akıl. İnsan öylesine eylemsizdir ki tüm duygulara karşı deneyimi yaşayabilmesi hissetmesi için kaybetmesi gerekir. Felç olana kadar, hissetmenin ne olduğunun farkında değildir. Bir gün dışına çıktığı zaman hislerin, o zaman duyguları algıları ne olduklarıyla birlikte anlayabilir. Akıl da bunun bir örneğidir. Aklın tamamen sinirlerden oluşan beyinden doğuyor olmasını buna benzetiyorum. İnsan nasıl ki uzuvlarını kullandığı sinirleri kaybedene kadar hissizliğin nasıl bir şey olduğunu anlayamaz, beynindeki sinirleri kaybetmeden aklın ne olduğunu anlayamaz. Çünkü anlamak için fazlaca yakınındadır. Uzaklaşması ve yoksullaşması gerekir, aklı anlayabilmesi için.

 

“Şu sabırsızlar da hep böyle akıldan yana yoksuldurlar;

Hangi yara birdenbire iyileşmiştir?”

-Othello, William Shakespeare

Sarhoş Ruhlar

İnsanın aklın dışına çıkabildiği bir deneyim de alkolün verdiği histir. Neden alkol var? Neden akıl üzerinde böyle bir etkisi var? Evrimin garip düzeneklerinden biri mi yoksa kâinatın yaratıcısı bize aklımızla sınayacak bir yol mu bulmak istedi? Cevapları ne olursa olsun soru sormak gücünü kazandıran fani vücudun akılla olan düşmanlığını her nezdimde suçluyorum. Düşünmeden insan olunur, düşünmeyen insan olamaz.

Düşünmenin akılla olan etkileşimi de hala tartışmalı. Çünkü aklın düşünmenin ötesinde olduğunu düşünüyorum. Hayal kurabilmek insanın düşüncelerinin değil aklının bir unsuru olsa gerek. Çünkü bazen beynin her sinir hücresini hissedebilecek olsam yine de orada akla rastlayamayacağımı düşünüyorum. Beynin sinyallerle iletişime geçen yapısının yanında sanki görünmez, bir mıknatıs gibi farazi akılla kaplı çizgileri olduğunu düşünüyorum. Beynimin, akıldan bağımsız verdiği nice karar da bu fikirlerimle örtüştüğümü hissettiriyor. İnsanın bir ruhu olduğunu düşünenler ve düşünmeyenler olarak ikiye ayrılmış görüşlerin yanında ben her ikisinin de eksik olduğunu düşünüyorum. İnsan, ne ruhla metafizik bir bağa sahip ne de yalnızca bütünüyle materyalist bir vücudun içinde yaşıyor.

Çocukların Cazibesi

İnsanın çocuklarla kurduğu bağı düşündüğümde aslında deliliğe en yakın bedenler olan çocukları, insanın neden sevdiğini daha iyi anlıyorum. Çocuklar akıldan bir deli kadar uzaktır. Çünkü akıl kabul edilmiş olgular üzerine inşa edilmiş durumdadır. Dil bunu benimsemenin en kolay yoludur.

“Söz insanı öbür hayvanlardan ayırır.”

-J.J. Rousseau

            Aklın yegâne cazibe merkezi olan dil onu kavrayışımızla şekillenir. Bu yüzden aklın en büyük evrimi dil geçişlerinde oluşur. Diller arası geçiş yapmak sadece seslerin değil düşünme yapısının da evrim geçirmesine sebep olur. Türkçe dili diğer dillerden daha fazla ilişki kurma ve birçok kelimenin birleşip devasa cümleler oluşturmasına elverişli bir dildir. Bizim kendi düşüncelerimizi anlatırken kavramlar arası kurduğumuz ilişkiler de aynı şekilde karmaşık yapılar olarak gözükür. Anlatmak istediklerimizle değil, nasıl anlattığımızla kafa yoruyoruz. Bazen bunun sonucunda yazdıklarımız tumturaklı uzun cümleler oluyor.

Çocukken henüz akılla yeni yeni tanışıyorken kurduğumuz cümleler bize daha verimli bir düşünce yapısı sunuyor. Çocukken daha rahat düşünüyoruz. Büyüdükçe kurduğumuz tonlarca ilişki arasından sıyrılıp düşüncelerimizi bileştiremiyoruz. Dillerin bu konuda ne kadar önemli olduğuna J.J. Rousseau, “Dillerin Kökeni Üstüne Deneme” eserinde işaret eder. Yapıları farklı dillerin aslında farklı düşünen, farklı algılayan akılların sonucu olduğunu görmek zor değildir. Dil öğrenme süreci de bu yüzden sancılı bir süreçtir. Çünkü dil ellerin ve ayakların bir sporcu için, farklı spor dallarındaki sporcular için nasıl değişiyorsa akılda farklı lisanlarda farklı gelişimler gösterir.

Akılsızlık Üzerine Son Söz

 

            “Sanki akıl da masumiyetle birlikte insanı terk ediyordu.”

-Nikolay Gogol

            İnsan, düşünen bir memeli türü. Aklın ve zihnin dışına çıkan türlerinin yanında tüm canlılardan üstün olması için bir sebep buluyor kendinde. Ne yılların bedenini eskitmesi gibi aklı eskiyor zamanla ne de fani hayatının içinde akılsızlıkla ilgili bir deneyim buluyor. Tüm yaşamı uçsuz bucaksız deneyimlerin sıralanmasıyla görünür oluyor. Öldüğünde geriye yazabildikleri, söyleyebildikleri, anlatabildikleri kalıyor. İnsandan geriye topraktan bir şey kalmıyor. İnsanın tek mirası, aklından kalanlar oluyor. Akıl da ürettiklerini anlayamayacak kadar akla bulanmış oluyor. İçinden çıkıp hakikati görmesi gerekiyor insanın. İnsan kaldığı sürece akıl bir dürtü bir his kadar gerçek olarak perdede kalıyor.

Kaynakça ve Öneriler:

  1. Özakın, D. (2012). DELİLİĞE ÖVGÜ: MICHAEL CHEVAL’İN SARAY SOYTARISI METAFORUNA KARNAVALESK YAKLAŞIM. İdil Sanat ve Dil Dergisi, 1(03), 1-18.
  2. Özkan, F. (2017). ERASMUS, BARIŞIN ŞİKÂYETİ/Barışın Şikâyeti by Erasmus. Disiplinler arası Sosyal Bilimler Dergisi, (1), 77-79.
  3. ZENGİNOĞLU, S. SAMSATLI LUKİANOS İLE ROTTERDAMLI ERASMUS’UN DÜŞÜNSEL YOLCULUKLARI. Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, 20(80), 2117-2126.
  4. YEŞİLÇAYIR, C. (2019). Desiderius Erasmus’ da Ötekileştirme Sorunsalı. Gümüşhane Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 8(16), 218-228.
  5. KOÇAK, A., & UĞURCAN, F. Z. (2021). GERÇEKLERİ TERS YÜZ EDEN AYKIRI KAHRAMANLAR. Milli Folklor, 17(131), 87-96.
  6. Keser, M. (2020). Nasyonal Sosyalizm Döneminde Stefan Zweig ve Rotterdamlı Erasmus Adlı Eseri. Iğdır Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, (22), 119-146.
  7. Çalışgan, B. (2014). Michel Foucault’da Delilik Kavramı.
Muhammet Furkan Dolgun
İstanbul Üniversitesi Fizik bölümünde okuyan, okumayı, yazmayı ve felsefeyi seven bir gezgin.