Hükümdar
Denemenin ana konusu çevresinde, hükümdar başlığı altında hükmetmenin bir yandan tarihi bir yandan objektif neticelerinin değerlendirileceğini söylerken bunun yanında felsefi ve sosyolojik açıdan hüküm kavramını inceleyeceğiz.
“Hükümdar”, “hüküm” kelimesi ile “dar” ekinin birleşiminden oluşmuştur. “Hüküm”, Arapça kökenli “hukm” kelimesinden türetilmiştir ve “karar verme, yönetme, idare etme” gibi anlamlara gelir. “Dar” ise Farsça kökenli olup, “sahip, efendi” anlamına gelir. “Hükümdar” kelimesi, Arapça ve Farsça kökenli kelimelerin birleşimi olarak “karar veren, yöneten, idare eden sahip veya efendi” anlamına gelir.
Machiavelli ve Hükümdar
Bu yazının kılıfını çizen, Niccolo Machiavelli’nin Hükümdar adlı eseri olacak. Kitap, bana bu yazıyı yazmam adına bir itki gücü oldu. Buna Türkiye toplumuna kendi bakış açımla göz attığımda herkesin yönetilmek için bu denli arzu duyduğu bir toplumda bu kadar liderci ve tek adamcı bir siyasi ortamın oluşmasına şaşırmıyorum. Yukarıda da bahsedildiği gibi dilimize Arapça ve Farsçanın ortaklaşmasından geçen hükümdar kelimesi, yönetici bireylerden oluşur ancak günümüzde yönetimin geniş bir kesime yayılmasıyla önemini yitirmiştir. Günümüzde hükümdar yerine farklı kelimeler almıştır. İşin ilginç yanı “hukm” kavramının etrafında şekil alan insani azınlık çoğunluk grup tarafından öteki ve kötü bir algıya bürünmüş.
Bunun sebebini merak ediyorum. Bir anlam yaratma gücü olduğunu bildiğimiz insan, bu gücü kendisi adına kullanmak dışında her alanda kullanıyor. Toplumun unutmak adına yaşadığını düşünüyorum. Amacımız varlığı, kendi yarattığımız anlam yapısını anlamsız bir yapıya mahkûm etmek. Zamanın insanı temel kavramlardan uzaklaştırmasının sebebini de yaratmadığı kavramları kendi açısından uzaktan takip ettiği niceliklerle anlaması olarak görüyorum. İnsan gelişime ve ulaşabilirliğe mahkûm ediyor kendini.
Bu iki kelimenin etimolojik yakınlığı ve aynı köklerden gelmesi aslında bence insanın asıl düşman olduğu şeyi gösteriyor; Hüküm ve Mahkûm. Bu da bana insanların karşı çıktığı şeyin, hüküm şeklinin bir duruma mahkûm kalmak olduğunu gösteriyor. Bu günümüz Cumhuriyetlerinin belki de demokrasiyle ilişki kurarken en zorlandığı durum. Kısmen insanlara yönetime katıldıklarını hissederken onları çok geniş olmayan bir paletin içinde tek bir rengin farklı tonları arasında seçim yapmaya zorluyor olmaları
İnsan; neye hâkim, neyin mahkûmu olacağı konusunda kafası karışık bir hayvan. Düşünebilecek sınırlara sahip canlı, somutun dışında bir metafizik olguya iman eder buluyor kendini. Her ne kadar olguları ve nesneleri yerelleştirdiğine inanıyor olsa da algının bunlardan bağımsız bir yerde bulunması da insanı metafiziğe mecbur kılıyor.
Ülkemizde demokratik sorunların yaşandığı aşikâr. Ben bu sorunların temelinde metafizik algılarımızın inanç temelli olmasında görüyorum. İnanç olarak adlandırdığım, dini inançlar olarak algılanmasını istemediğim; örtük bir metafizik olgu esasen. Bu metafizik olgu insanların metafizik olgularla kurduğu ilişkilerin tamamına, inananlar ve inanmayanlar gibi kılcal bir ayrım yapabiliyor olmamızdan geliyor. Türkiye’de algılarımızla edindiğimiz bilgilerin yanına koyduğumuz bütün metafizik gerçekler sanki inançla bağlı olmak zorunda hissine kapılıyoruz. Bu da demokrasi, adalet, hürriyet vb. metafizik kavramlara inanmak ve inanmamak ilişkisi kurmamıza sebep oluyor.
Hükmetmek ve tahakküm etmek arasındaki farkın ne anlama geldiğini anlamak için bütünleşik bir amaç edinmek gerekiyor. Kitabımızın içeriğine bakarsak, hükmetmek ve hükümdar özelliklerine belli nitelikler atfederken bunu demokrasiden ve cumhuriyetten uzak olarak yaptığını görürüz. Bu Machiavelli’yi demokrasi destekçisi olmadığı anlamına gelmiyor ancak demokrasilerde iyi lider olabilmek için olağanca az hükmetmek gerektiğini, bunun demokrasinin varlığını koruyacağını düşündüğü gösteriyor.
Kitabın bütünü, İyi bir hükümdarın sahip olduğu ve olması gereken özellikler üzerinde duruyor. Benim bu yazıyı ele alırken üzerinde durduğum asıl unsur ise aslında hayali hükümdarlar gibi ontolojik bir başlık yaratmak ve bunun üzerinden modern hükümetleri ve hükümet sistemlerini ele almaktı.
Hayali Hükümdarlar
Yukarıda incelendiği üzere hükümdarlık kavramı, siyah ve beyaz kadar birbirine zıt görüşlerin etrafına dönmektedir. Burada bizim yapacağımız gibi hükümdar bir insana aslında günümüzün en tehlikeli sorularından birini yöneltmek gerekliliği olduğunu düşünüyorum. Birazdan başlatacağımız tartışma benim uzun zamandır düşündüğüm ve halen net bir cevap bulamadığım bir problemi tanımlamak olacak.
Hayali hükümdar, kendi yetkisini veya varlığını kendi dışında herhangi bir güçten alan tüm hükümdarlık sistemleri için kullanacağım kavramsal bir kelime. Bu tanımı yapma ihtiyacı duymamın mutlak sorunu günümüzde kimin yönetici olduğunu idrak etmenin zımnen çok zor olması. Günümüzde, günlük hayatımızı etkileyen tüm kararlar birçok devletin meclis adını verdiği azınlık tarafından alınmaktadır. Hepimiz hayali seçim adını verdiğimiz karar alma ve yetki kullanma gerekliliği duyduğumuzda, aslında bizim bilincimiz dışına şekillenmiş envaı çeşit görüşe zorlanmaktayız. Aslında düşüncelerin çok küçük bir azınlığının temsile açık olduğunu, bunun yanında insanların görüşlerinin de medya sayesinde yönlendirilebilir olgular olduğunu görüyoruz.
Hayali hükümdar, aslında günümüzde en çok eleştirilen krallık, teokrasi vb. yönetimlerin yanında günümüz demokrasilerinde var olan zaaflara sahip olmadığı gerçeğini yadsımamıza sebep oluyor. Günümüzde hükümdar olduğunu düşündüğümüz yönetici saydığımız kişilerin aslında yönetici ya da karar verici olmadığını ise anlayamıyoruz.
Kapitalist Hükümdar
İnsan varlığını toplum oluşturabilme gücünden alır. Hepimiz ayaklarımızın altında yer alan bu anakarada bir bütünün parçası olmak adına ve o bütün için gerekli bir insan olmaya çalışıyoruz. Kapitalizm hükümdarın önemini ve toplumun yönetici bulma gücünü elinden aldı.
Son 200 senelik tarihe bakıldığında aslında daha az isyan daha fazla savaş olduğu görünür. Savaşın şekli ve büyüklüğü gelişirken, toplumun daha az isyan eden bir kişilik kazandığını görüyoruz. Peki neden?
Buna cevap vermek gibi bir amaç gütmüyorum bu yazıyı yazarken. Amacım aslında insanların bir zamanlar hükümdarlar ve tek adamlarla yönetildiğini düşündüğü geçmiş toplumlarından daha kolay yönetildiği.
Eski toplumların yöneticilerine verdiği değerden daha fazla değerli yöneticiler olmamasını yönetimin eskisinden daha güçsüz olması olarak adlandırıyoruz. Peki demokraside yönetilen halk ne kadar korunan pozisyonda bulunuyor. Burada hayali hükümdarın ne kadar etkili olduğunu görüyoruz. Yönetenle yönettiği sanılan arasında bir uçurum var. Yönettiğini sandığımız yöneticiler aslında krallardan daha krallar.
Bunun sebebini meşrutiyetin kaynağının değişmesinde görüyorum. İnsanlar inançlar üzerine kurulu bir yapıya sahip hükümdarların yerine bireyci bir toplum yapısını kendi varlık sebebi sayan hükümetlerin varlığını kabul ettiler. İsyanlar azaldı. İnsanlar topluma ve kendilerine daha muhafazakâr bir yapıyla bağlandılar.
Sonuç: Mutlaka
Sonunda mutlaka inanacak insan ya kendine ya da birine. İnsan mutlaka yönetilecek. Bir memeli türü gibi birisi hükmedecek sürüye. Toplum ve insanlık diğer tüm memelerin içinde farklı bir adım atacak yalnızca. Güçlü olan değil, insanlar tarafından kabul görmeyi başaran ya da doğuştan lider diyeceği birinin peşine takılacak. Bu takıldıklarının hayali hükümdar olduğu bilmeden hayatına devam edecek
Gerçek hükümdar, gücün kendisi olan zenginlik olacak. Para bir değer olarak gerçek hükümdarlığını insan hükümdarların, hayali hükümdarların arkasına gizleyecek. Yeterince parası olan her çağda düdüğü çalacak. Düdük sesini duyan insanlar senfonide bir nota olacak havada süzülecek, gökten yere yağacak başka bir insanın zihninde yeniden anlam kazanacak. Hükümetler, hükümdarlar, sistemler ve toplum hep değişti. Değişmeyen tek şey kazanmak için birinin kaybetmesi gerekiyorsa. Kimse kazanmaz aslında. İnsan bunu da anlayacak bence.
Cevap bırak